25 Ağustos 2015 Salı

İMAM BAYILDI, HÜNKAR BEĞENDİ

Ülkenin herhangi bir yerinde küçük bir kasabada yaşıyordu. Öyle küçük bir yerdi ki herkes herkesi tanır, herkes herkesin hayatını en ince ayrıntısına kadar bilirdi. Çorak bir kasabaydı. Kasabalı verimsiz topraklar nedeniyle hayvancılık ile geçimini sağlardı. Sokaklarda yoğun bir ahır kokusu olurdu her daim. Herkes aşinaydı artık bu kokuya. Sert topraklarda yaşayan acımasız insanların bulunduğu "şirin" bir kasabaydı. Kasabalı toprağın sertliği ve verimsizliği ile özdeşleşmiş bir haldeydi adeta.

Adı Hünkar’dı. Henüz 16 bilemedin 17 yaşında idi. Ergenlik döneminde ergenliğini yaşayamamış bir çocuk. İçinde fırtınalar kopardı ama kimse bilmezdi bunu. Asilik nedir, nasıl bir şeydir hiç bilememişti. Hep uysaldı, hep sessizdi. Öylesine masumdu ki kimse anlayamadı bu masumiyetini.

Kasabanın toprağı ile özdeşleşmiş halk ve en çokta yaşıtları tarafından sıklıkla aşağılanan böylelikle daha da içine kapanmak zorunda bırakılan bir çocuk. Oysa öyle duygu yüklü bir çocuktu ki kimse anlayamadığı bu inceliği.

Ailesi neredeyse çocuğun sesinin tonunu bile unutmuştu. Zorunda kalmadıkça hiç konuşmazdı. Köşesine çekilir pencereden dışarı bakar, düşünüp dururdu uzun uzun. Kim bilir aklından neler geçerdi. Kim bilir canını yakan o insanlara neler neler söylerdi hayalinde. Kim bilir nasıl serzenişlerde bulunur, nasıl aklardı kendini. Kimse bilmezdi. Kimse anlayamadı içinde kopan fırtınaları.

Bir sabah yine erkenden uyanmış sobayı yakmış, sobanın önünde oturup yanan odunları izliyordu. Kim bilir odunlarla birlikte neleri neleri de yakıyordu. Nelerin kül oluşunu seyrediyordu. Kimse anlayamadı içinde yanan ateşi.

Annesi ne zaman uyanmıştı ne zaman kahvaltıyı hazırlamıştı fark edemedi bile. Annesinin haykırışıyla kendine geldi. Kör olasıca çocuk yine ne yapıyordu ki sobanın başında aptal aptal oturarak. Derhal kendine geldi ve sofraya oturdu. Yine her zaman ki gibi bir gündü işte. Kahvaltısını yapıp okula gitmek üzere evden çıkacaktı 15 dakika sonra. 

Tam olarak 16 dakika sonra evden çıkmıştı. Tahmininde yanılmamıştı yine, sadece 1 dakika rötarla çıkmıştı evden. Bu da kahrolası ayakkabı bağcığı yüzündendi. Yine biri şaka yapmak istemiş olacak ki ayakkabılarını birbirine bağlamış bir halde bulmuştu.

‘1 dakika’ diye kendi kendine söylenerek yürümeye başlamıştı. Günlerden Cuma idi. Nefret ederdi bu günden. Tüm kasaba halkı dedikodu yapma isteklerini pazar alışverişi yapma maskesine büründürerek meydanda toplanırdı.

Camiinin bulunduğu meydanda kurulurdu pazar. Kasabanın neredeyse tamamı erken saatlerde akın akın meydana giderlerdi.

İlk kez orada görmüştü onu. İlk kez... Nasıl olup da yolda yürürken kafasını kaldırmaya cesaret edebilmişti kendi bile anlayamadı. Ama ilk kez başını kaldırdı ve ilk kez onu gördü. Donup kaldı, buralardan biri olamazdı zira olsa tanırdı, bilirdi. Böyle bir güzelliğin bu kasabada olması imkansızdı. Hatta ve hatta yeryüzünde bile olması imkansızdı. Belki bir ihtimal cennette olabilirdi ancak.

O da ne, insan kılığına girmiş bu Melek'de ona mı bakıyordu? Gözleri ilk kez buluştu. Gözleri ilk kez bir kızla buluştu. Adım atmak bir yana kımıldamaya bile korkuyordu. Tek bir hareket... Tek bir hareket tüm bu anın büyüsünü bozabilirdi. Ve gülümsedi. Bir insan bu kadar güzel gülümseyemezdi, bu imkansızdı. Bir tebessüm bir insana bu kadar çok yakışamazdı. Hatta ve hatta meleklere bile... Sanki tüm dünyayla bağlantısı kopmuş gibiydi. Bir anda her şey sustu, tüm hareketler durdu. Kasabada ikisinden başka kimse kalmamış gibiydi, öyle bir ıssızlık. İlk kez kendini 'tam' hissetmişti. Oysa o yarım bir insandı. Herkes öyle demiyor muydu ona? 'yarım akıllı'

Ne olduğunu anlayamamıştı. Bir anda kendini yerde buldu ve bulunduğu cennetten düşüverdi. Etrafını okuldaki çocuklar sarmıştı. Hepsi birden bir şeyler söyleyip gülüyorlardı. Biri gelip tekme attı. Hayret, acı hissetmiyordu. Ne denildiğini anlayamıyordu, sadece birkaç küfür fark edebilmişti. Kim bilir yine neyle dalga geçiyorlardı, kim bilir yine nasıl aşağılanıyordu ama umrunda değildi artık bu dünya. O daha ölmeden cennetini bulmuştu ne de olsa. Ahh evet, Melek... Gözleri hemen onu aradı, Bıraktığı yerde duruyordu hala. 20 adım... 20 adım atsa ona ulaşabilecekti. Sonsuzlukla arasında sadece 20 adım vardı.

Gülüyor muydu yolunu şaşırıp yeryüzüne inmiş bu melek? Ama bu gülüş bir öncekinden farklıydı. Herkes gibi gülmeye başlamıştı. Yanındaki kız kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Kız fısıldadıkça melek ona bakıp gülüyordu. 

İşte o an hayatında ilk kez ölmek istedi. Bu gülüşü göreceğine ölmeyi yeğlerdi. Şimdiye dek ölmeye bile cesareti olmamıştı ancak şimdi ölebilirdi. Ölmek için daha iyi bir zamanlama olamazdı. Yere baktı, o an yerin yarılmasını diledi gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte. Ağzına keskin bir kan kokusu geldi, artık iyiden iyiye aşina olduğu o bilindik 'kan' tadı. Bir yeri kanıyordu ancak neresi olduğunu anlayamıyordu. Oysa hiç acı hissetmemişti. 

Melek gülmeye devam ediyordu. Melek güldükçe gözlerinden süzülen yaşlar daha da artıyordu. O ağladıkça Melek daha çok gülüyordu sanki.

Ve bir ses duydu. Duyduğu sesle birlikte hissettiği inanılmaz bir güven hissi. Caminin imamıydı bu. Onun kurtarıcı meleği, tek dostu, konuşabildiği tek insan. Onu tanıdığından beri ilk kez bağırdığını duyuyordu. Onu ilk kez sinirli görüyordu. Görüyordu görmesine de bir sorun vardı. Gözleri oyun ediyordu ona galiba. Git gide her şey bulanıklaşmaya başlamıştı, görüşünde bir sorun vardı. 'Kör mü oluyorum' acaba diye düşündü. Yoo, kör olamazdı. Yaşamı boyunca gördüğü en güzel şeye daha yeni kavuşmuşken onu bir daha göremeyecek miydi? İşte bu kabul edilemez bir şeydi. Hemen gözlerini çevirdi ve Melek'i aramaya başladı. Ayırt edemiyordu, bir sürü siluet vardı ancak ayırt edemiyordu. 

Duyabildiği son şey 'öldürdünüz, öldürdünüz sonunda çocuğu'. 

İmamın sesiydi bu. Onu ilk kez böyle görüyordu. Şimdi yanında uzanıyordu imam, bayılmış olmalı diye düşündü. Son bir umut gözlerini etrafta dolandırdı bir melek uğruna ancak gücü kalmamıştı artık. 

Kapandı gözleri. 

'İmam bayıldı, imam bayıldı' diye çığlıklar yükseldi meydandan. 

Ölmüş müydü yani? Ölüm böyle bir şey miydi? Bu kadar içten mi istemişti ölmeyi? Güzel bir sondu. Melek... Ölmek için daha güzel bir neden olamazdı. Bu sonu beğendi...


İmam bayıldı, Hünkar beğendi...

4 yorum:

  1. :) oleeeey süpersiiiiin nerden düşündün bunu yaaaa çok duygulu ama isimler çok komiiiiik :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. gülsem mi ağlasam mı çelişkisinde bırakıyor insanı :)

      Sil
  2. Ne güzel yazmışsın... Ama zavallı Hünkar'ın yam tamamlandığını hissettiği an meleğin gülmesi kötü olmuş.. Biraz daha mutlu bitirsydin, gökten üç elma düşseydi... =/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Kendi ruhsal halimi yansıtmışsam demek ki :))

      Sil